.....SİTEME HOŞGELDİNİZ.UMARIM İYİ VAKİT GEÇİRİRSİNİZ......
   
 
  AİLENİN EĞİTİLMESİ

 

                         A-YANLIŞ ANA BABALARA YANLIŞ YÖNLENDİRME                        
( Aşağıdaki 7 maddelik öğütler espri niteliğinde olup doğru olanları tam tersleridir. )
1. Çocuklarınızın eğitimi için her türlü özveriyi göstermiyor musunuz ? Öyleyse onlara düşen sizin bu özverili tutumunuza layık birer evlat olarak yal-nızca dersleri ile ilgilenmesi, ekmeğini eline alıncaya kadar başka hiçbir şeye kafasını yormamasıdır (!)
2. Evdeki çalışma ortamının uygun olup olmaması mazeret konusu olamaz. Okuyacak çocuk her ortamda okur,derslerini çalışır (!)
3. Aile içinde,ana baba ve kardeşler arasındaki olası huzursuzluklar öğren-ciyi ilgilendirmez. O,evlenip bir yuva kurduğunda gönlüne göre bir aile yaşamı oluşturabilir. Bugün için yap-ması gerekense kafasını böyle şeylerle meşgul etmeyip derslerini çalışmaktır (!)
4. Bu çağın çocukları başına buyruk, her türden yanlış yola sapabilecek özel-likler gösteriyor. Bu yüzden onlara kendileri için yaptığınız özverileri sık sık anımsatmakta sayısız yarar vardır (!) Sizi bu gün anlamasalar da bir gün mutlaka anlayacaklardır (!)
5. Çocuklarınız herhangi bir dersten başarısız olduğunda bu ya onların haylazlığındandır (siz kırk kere ders çalışmasını söylediğiniz halde inat edip çalışmamıştır) ya da öğretmenin yetersizliğindendir (!) Çocuğunuza inanıyorsanız onunla birlikte bu tip öğretmenleri çekiştirmekte sayısız yarar vardır (!) Bu tutumunuz en azından çocuğunuzu mutlu edecek ve çocuğunuzla aranızın düzelmesine yardımcı olacaktır (!) Bu arada çocuğunuzun o dersten ya da derslerden başarısız olmasının asıl nedenleri üzerine kafa yorma gibi zahmetli bir işten de kendinizi kurtarmış olursunuz(!) Bunun sonucu çocuğunuz ya haylazlıktan ya da kötü öğretmenler yüzünden sınıfta kalabilir. Böylesi durumlarda öfkenizi çocuğunuza ya da öğretmenlerine yönlendirmekten sizi kim alıkoyabilir (!)
6. Çocuğunuzun okuluna gidip öğretmenleri ile tanışmak,devam durumu ile ilgili bilgi almak gibi vaktinizi çalıcı uğraşlara gerek yoktur (!) Hem bu, çocuğunuzu da huzursuz eder ve onda sürekli izleniyormuş gibi bir yanlış anlaşılmaya yol açabilir (!) Ancak, okuldan çocuğunuzun herhangi bir sorunu ile ilgili olarak aranırsanız hemen onu sorguya çekin,inandırıcı gerekçeler söylüyorsa okula gitmenize gerek yoktur (!) Çocuğunuzu haklı bile olsa okuldaki davranışlarına çeki düzen verme konusunda uyarın yeter (!)
7. Çocuğunuz derslerini bahane edip evdeki görevlerini aksatabilir (!) Böylesi bir şeye asla izin vermeyin (!) Bu,bir süre sonra evdeki egemenliğinizi sarsıp çocuğunuzun size hükmetmesine yol açabilir (!) Bazı ana babaların çocukları ders çalışıyor diye ve onların çalışmaları bölünmesin, dikkatleri dağılmasın gerekçesi ile bakkal alış verişlerini bile kendilerinin yaptığı; hatta bunların çalışan öğrenciye (ana baba olduklarını unutup) çay servisi bile yaptıkları gözlenmektedir(!)Tanrı, sizi böyle ana babalar olmaktan korusun(!)
SINAVA HAZIRLANAN AİLELER
Bilindiği gibi günümüzde, çocuklar eğitime ayak bastıkları ilk günden itibaren zorunlu bir yarış içine itilmekte, daha yaşama fırsatı bulamadan sınav üstüne sınavla tanışmakta, sürekli bilgi depolayıp bunu öğretmenlerine, akrabalarına ve (en önemlisi) ailelerine göstermek, kanıtlamak zorunda kalmaktadırlar. Ailelerin, çocuklarını hep başarılı olarak görmek istemesi, çocuklarını sürekli bu yönde güdülemeleri, aileleri de bu rekabet içine itmekte; deyim yerindeyse, sınavlara sadece çocuklar değil, aileler hazırlanmaktadır.
Aile, elbette ki çocuğunun iyi bir eğitim alması, sınavlarda ve okulunda başarılı olması için çaba gösterecektir. Bunda bir yanlışlık yoktur. Burada dikkat edilmesi gereken, çocuğun olası başarısızlıkları karşısında yıkıma uğramasına yol açabilecek bir tavır içine girmemektir. Yaşamda başarı kadar başarısızlık da doğaldır. Çoğu kez bir dersten başarısız olmak da dünyanın sonu değildir. Sınava hazırlanan bir öğrencinin anne ve babasına önemli görevler düşmektedir. Anne ve babaya düşen temel görevler ,ailenin bütçesinin sınırlarını zorlayarak çocuğuna en iyi eğitim imkanlarını sunmak ve ona uygun çalışma şartlarını hazırlamakla sınırlı değildir. Çocuğunuzun başarısını etkileyen en önemli etkenlerden birisi, ailenin yaşantı ortamı ve tutumudur. Çocuğunuz için sağlayacağınız hiçbir olanak evdeki mutlu ve insancıl ilişkilerden daha teşvik edici değildir. Bunun yanı sıra bazı küçük özveriler, onların başarılı olmalarına katkı sunarak, mutlu kişiler olarak topluma katılmalarını sağlayacaktır. Yaptığınız özverileri çocuklarınızın başına kakmayın. Onlarla ilgilenin, veli toplantılarına mutlaka katılın, toplantıların dışında da durumlarını öğrenmek için okullarına gidin. Öğretmenleri ile tanışın. Bu davranışlar öğrencinize güven ve-recektir. Okula ve dersha-neye devam durumunu sü-rekli izleyin. Öğrenci böylece kendisi ile ilgile-nildiğini ve değer verildiğini düşünür. Ça-ğımız gençliğinin yakın-dığı konulardan biri de velilerin ilgisizliğidir. Öğreniminiz yeterli ise çocuğunuzun derslerine yardımcı olun. Sadece "çalış, daha ne duruyor-sun, sınava ben mi girece-ğim!" demeyin. Unut-mayın ki "çalışan çocu-ğunuzun eline getirdiğiniz bir bardak çay" onu dü-nyanın en mutlu insanı yapacaktır
Çocuklarınıza Sevgi Saygı ve Dostluğu Öğretin
Çocuklarınızın "Kazanırsa ayıplayıcılı-ğı; düşmanlık görürse kavgacılığı; alay edilirse utangaçlığı; hoşgörü, sabır, ce-saret gösterilirse kendine güveni; ödül ve övgü ile sadece almayı değil vermeyi; güven duyularak dostluğu; beğenilerek sevmeyi öğreneceklerini, ilgi ve dostluk görerek sevgiyi yürekten sezip dünya ile arkadaşlık kuracaklarını" unutmama-lıyız. Saint - Exupery' nin "Küçük Prens" adlı yapıtından alınan aşağıdaki sözlere bir göz atalım: "Biz insanlar ancak birbirlerimizi ev-cilleştirerek, sevgilerimizin sorumlulu-ğunu yüklenerek yalnızlıktan kurtulabi-liriz." "Sevdiğiniz çiçek milyonlarca yıldızın birinde bile bulunsa, yıldızlara bakmak mutluluğumuz için yeterlidir. Çiçek işte şunlardan birinde deriz kendi kendimize. Ama bir de koyunun çiçeği yediğini düşünün, bütün yıldızlar bir an-da kararmış gibi gelir." "Yalnız evcilleştirdiklerini tanıyabilir-sin. İnsanların tanımaya ayıracakları zaman yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkanlardan. Ama dost satan dükkanlar olmadığı için dostsuz kalıyor-lar." Tilki: "Dost istiyorsan beni evcilleştir. Küçük prens : "Evcilleştirmek için ne yapmak lazım ?" Tilki: "Çok sabırlı olmalısın."
Küçük Prens güllere:"Siz benim gülüme hiç benzemiyorsunuz. Şimdilik değersizsiniz. Ne sizi evcilleştiren olmuş, ne de siz kimseyi evcilleştirmişsiniz. Tilkim eskiden nasılsa öylesiniz. O da önceleri tilkilerden bir tilkiydi. Ama ben onu dost edindim, şimdi dünyada bir tane." Güller güç duruma düşmüşlerdi. "Güzelsiniz ama boşsunuz." diye ekledi küçük prens. "Kimse sizin için canını vermez. Buradan geçen herhangi bir yolcu benim gülümün size benzediğini sansa bile, o tek başına topunuzdan önemlidir. Çünkü üstünü fanusla örttüğüm odur, rüzgardan koruduğum odur, kelebek olsunlar diye bıraktığımız birkaç tanenin dışında bütün tırtılları uğruna öldürdüğüm odur. Yakınmasına , böbürlenmesine hatta susmasına izin verdiğim odur. Çünkü benim gülümdür o". Hepimizin çocukları güllerimizdir. Onları elbette ki çok severiz. Ama nedense bunu çocuğumuza gösterme konusunda pintilik yaparız. Aklımızca onun şımarmasından, fazla yüz bulup disiplinsiz davranışlar içine girmesinden korkarız. Çocuğunuza çocuğunuz olduğu için sevginizi, onun bir insan olmasından dolayı saygınızı, sonuç olarak ona çok değer verdiğinizi göstermekten çekinmeyin.
Oscar Hammerstein Çocukların devlete ve topluma olan saygı duygusu ailede doğar, okul boyunca gelişir. O nedenle çocuklarınızın yanında tanıdıkları, arkadaşları, öğretmenleri çekiştirmeyiniz. Çocuklarınız, öğretmenlerinden ya da okuldan yakındıkları zaman, yakınmalarının derinleşmesine fırsat vermemelisiniz. Onlara kimi gerçekleri açıklayabiliriz
ÇOCUĞUNUZA UYGUN ÇALIŞMA ORTAMINI HAZIRLAYIN
Çocuğunuzun evde rahatça çalışabilmesi için, olanak ve yer hazırlayın. Durumunuz elverirse, masa ve iskemle alın. Ayrıca çalışma odası düzenleyin. Çantasını, odasındaki kitaplığını, yatağını kendisi düzeltsin. Gitgide bu işlere alışsın. Eğer ayrı bir çalışma odası düzenlemeniz mümkün değilse uygun odalardan birinde çalışma köşesi de düzenleyebilirsiniz. Çalışma odası mümkün olduğu kadar fazla sıcak veya soğuk olmamalıdır, iyi havalandırılmalı ve sessiz olmalıdır. Çalışma masası ve yüksekliği çocuğunuzun boyuna göre ayarlanmalıdır. Ders çalışırken müzik dinlemek, poster, afiş ve resimler dikkatin dağılmasına, öğrencinin hayal dünyasına kaymasına yardımcı olur. Posterler en azından öğrencinin ders çalışırken göremeyeceği yerlere asılmalıdır. Öğrenci çalışma masasını, sadece ders çalışırken kullanmalıdır. Belirli bir çalışma alanı ile çalışma davranışı arasında şartlı refleks türünden ilişki kurabilmek büyük önem taşır. Böylece çalışma masasına oturmak, çalışmaya başlamak için "uyarıcı" rolü oynar ve çalışmayı başlatır. Çalışmaya başlamadan önce çalışma sırasında gerekli olacak bütün malzemenin el altında bulunması, dikkatte kopmalara yol açacak kesintileri önlemek açısından yararlıdır.
ÇOCUĞUNUZUN OKULLA İLGLİLİ DİLEKLERİNİ YERİNE GETİRMEYE ÇALIŞIN
Bu dilekler, size zor geliyorsa; okul yönetimi ile aile arasında çocuğunuzu aracı olarak kullanmayın. Onun yanında yakınmayın. Doğruca okul yönetimi ile görüşün. Düşüncelerinizi onlara açıklayın. Böylece okul yönetimine de yardımcı olursunuz. Okulla geliştirilecek işbirliği, çocuklarınızın başarısında büyük yarar sağlayacaktır. Çocuklarınızın bir sorunu olduğunda, okulla işbirliği yapmanıza karşın bu sorun giderilememişse hemen en yakınınızdaki Rehberlik ve Araştırma Merkezine başvurun. Size gerekli eğitim tedbirleri sağlanarak çocuğunuzun başarı yolları açıklanacaktır. Bu konularla ilgili olarak, üniversitelerimizde bölümler bulunmaktadır. Çocuklarınızın giyim ve harçlığı, arkadaşlarının derecesinden aşağı düşürülmemeli, yukarı da çıkarılmamalıdır. Bir başka deyişle; çocuklarımızın savruk olmaması için, onlara fazla harçlık vermeyelim. Ama arkadaşları arasındaki yerini bulabilmesi için, harçlıksız da bırakmayalım.
ÇOCUĞUNUZUN KAYGISINI ARTTIRMAYIN
Anadolu - Fen Lisesi veya ÖSS gibi sınavlara hazırlanan bir öğrencinin yaşadığı kaygının iki sebebi vardır: Birinci sebep bütünüyle gerçek ve akılcı bir temele dayanır. Sonuçları hayatın akışını etkileyecek büyük bir yarışta yer alacak olmaktan kaygı duymak, doğal ve yerinde bir durumdur. Ancak ikinci sebep, birincisi gibi gerçek ve akılcı bir temele dayanmaz. "Anneme - babama ne diyeceğim?", "Arkadaşlarımın yüzüne nasıl bakacağım?", "Akrabalarımın önüne nasıl çıkacağım?", "Tanıdıklarıma karşı mahcup olacağım?" gibi düşünceler sınavlara hazırlanan öğrencinin kaygısını yükseltir. Her konuda olduğu gibi sınavlarda başarı için de belirli bir düzeyde kaygıya gerek vardır. Sınavlara hazırlanan bir genç (çok ender rastlanabilecek çok az sayıda kişi hariç), öğrenme ve başarı için gerekli olan düzeyde kaygıya sahiptir. Öğrenmeyi, akıl yürütmeyi ve sınav başarısını olumsuz yönde etkileyen, temelinde öğrencinin kendine güvensizliği altında yatan yüksek kaygıdır. Gencin kendisine güvensizliği ise önemli ölçüde anne ve babasının bilerek veya bilmeyerek uyguladığı eğitim ve yaklaşımların sonucudur. Anne-babanın çok küçük yaştan başlayarak yüksek başarı beklentisi, çocuğun hatalarını düzeltmek için onu eleştirmek, çocuğun dayak, hırpalama gibi cezalarla eğitilmesi, yargı ifadesi (haylaz, tembel, sorumsuz, dağınık, pısırık, yavaş, vb...) çocuğun kendine olan güvenini zayıflatır. Bunun sonucu ortaya çıkan kaygı, başarıya olumlu katkısı olmayan kaygıdır ve bununla başa çıkmak çok zordur. Çocukların sınava hazırlandıkları sırada anne-babalara düşen en önemli görev, çocuklarının çalışma isteğini artırmak ve onu çalışmaya teşvik etmek için kaygı yükseltici yaklaşımlardan kaçınmaktır. "Bu kadar çalışmayla kazanamazsın..." "Bu kafayla gidersen zor kazanırsın..." "Amcanın oğlu Fen Lisesi" ni kazandı, bakalım sen ne yapacaksın..." " Teyzenin kızı tıbbı kazandı , çalımından, havasından yanına varılmıyor, aman bizi mahcup etme..." türünden yaklaşımlar genci çalışmaya teşvik etmez, tam tersine yükselen kaygı sebebiyle onu adeta "kıpırdayamaz" duruma getirir. Çocuklar kendilerine genel olarak nasıl davranılırsa kendilerini öyle algılama eğilimindedirler. Öncelikle konuşma ve davranışlarda kardeşleri karşılaştırmaktan kaçınmak gerekir. Çocuklar arasında yaş farkı az ise onlardan beklentilerinizin ve evdeki sorumluluklarının da benzer olması gerekmektedir. Bu konuya bir örnek verelim: Çocuklardan birinin boyunun kısa olduğunu varsayalım. Onu teselli etmekten çok, ona bazı sorumluluklar verip yaptığı işleri takdir ederek kendisini önemli hissetmesine yardımcı olmak gerekir. Genel sağlık durumu,beslenme,spor yapma gibi çeşitli faktörler de bedenin gelişmesi ve boy uzaması üzerinde etkili olmaktadır. Yeteneklerini araştırarak zevk alabileceği derslerin dışında spor ya da güzel sanatlar gibi bir alanda faaliyette bulunmasını sağlamakta yarar vardır. Böylece kendisini yaşıtları ile karşılaştırırken boyunun dışındaki özelliklerini de dikkate almasını sağlamış olursunuz. Olumlu bir özelliği ile yaşıtları ve yakın çevresinin dikkatini çekmesi, ilgi gördüğünü hissetmesi çocuğunuzun kendine olan güvenini artıracaktır. Arkadaşları arasına katılmasını sağlayacaktır. Başka çocuklarda bulunan üstünlükleri onda da görmek istiyorsak bunları ona duyurma ya da sezdirmeyi yeterli saymalıyız. Sert davranışlar, geçici olarak çocuğa yön verirmiş gibi görünürse de sürekli gelişme ve başarıyı sağlamaz.
ÇOCUĞUNUZUN SINIRLARINI ZORLAMAYIN
Kendi özlemlerinizle çocuğunuzun sınırları arasında gerçekçi bir denge kurun. Çocuğunuz girebilse Fen Lisesi'nde okuyabilir veya kazanabilse Tıp Fakültesini bitirerek iyi bir doktor olabilir. Ancak çocuğunuzun kapasitesi binlerce - kişi arasından sıyrılarak bu yerlere ulaşmaya yeterli olmayabilir. Bu iki durumu birbirinden ayırın ve içinizden veya yüksek sesle çocuğunuzun "beceriksiz" olduğunu düşünmeyin. Çünkü bu düşün-cenizi nasıl olsa hisseder veya duyar. Çocuğunuzun sınırlarını anlayabilmek için bir uzmanın görüşüne başvurabileceğiniz gibi, bu konuda kendiniz de gerçeğe çok yakın bir tahminde bulunabilirsiniz. Bunun için kullanacağınız ölçüt, çocuğunuzun okul hayatında ve okul dışı faaliyetlerinde göstermiş olduğu başarı düzeyidir. Çocuğunuz sınıfında ders başarısı açı-sından ön sıralarda yer alan, sosyal faa-liyetlerinde girişken ve liderlik özelliği olan, belirli bir ders veya alandaki ba-şarısı öğretmenlerinin veya çevresinde-kilerin takdirini kazanan biriyse ne mu-tlu size. Bu takdirde çocuğunuzla ilgili beklentilerinizi yüksek tutmakta ger-çekçi sebepleriniz var demektir. Eğer çocuğunuz sınıflarını "ancak" geçebildiyse, sınıfını geçerken çeşitli yardımlara ihtiyaç duyduysa , öğretmen-leri kendisini, "Biliyor ama bildiğini ortaya koyamıyor" veya "Ça-lışsa yapar , ancak çalışmıyor" diye değerlendirdilerse , okul dışı hayatında dikkat çekecek hiçbir özel başarı gös-termediyse , çocuğunuzun uyumlu bir insan olması ve meslek hayatında başarı göstermesi yine de mümkündür. Ancak okul veya üniversite seçiminde beklentilerinizi çok yüksek tutmamanızda yarar vardır. Bir cümleyle özetlemek gerekirse, ço-cuğunuzla ilgili beklentilerinizi kontrol edin ve ideallerinizin onun sınırlarını zorlamasını önleyin.
Çocuğunuz meslek seçerken anne- baba olarak yanıtlanması gereken birkaç soru var:
· Çocuğumun meslek seçiminde benim sorumluluğum nedir ? · Çocuğumun mesleğini kim belirleyecek ?
· Çocuğumun mesleği nasıl sağlıklı olarak belirlenir ?
· Çocuğumu nasıl gözlemlemeliyim - nasıl davranmalıyım ?
· Çocuğumun geleceği ile ilgili beklentilerim neler ve bunlar gerçekleşebilir mi? Nasıl?
Bu ve buna benzer sizin de kafanızda dolaşan birçok sorun vardır. Biz yetişkinlerin, gencin meslek seçiminde en önemli görevimiz çocuğumuzun "bir mesleki tercihi billurlaştırmasına "yardımcı olmaktır. 14 - 18 yaş arasındaki öğrenciler, mesleki gelişimin araştırma evresinin deneme basamağındadırlar. Bu basamakta üstlenilmesi gereken mesleki gelişim görevi "bir mesleki tercihi billurlaştırma"dır. Bireyin kendini tanıması, gizil güçlerinin farkında olması bir mesleği tercih edebilmek için yeterli değildir. Bireyin "Mesleki Olgunluk Düzeyi"nin de yüksek olması gerekmektedir. Çocuğumuzun mesleki olgunluk düzeyinin gelişmesine katkıda bulunabileceğimiz nokta onun yeteneklerini ve ilgilerini ortaya koymasına fırsat vermek veya fırsat yaratmak olduğu söylenebilir. Örneğin yaz tatilinde çalışmak isteyen çocuğumuzu yüreklendirmek; çalışması için olanak yaratmak gibi. Burada önemli olan ilgiler ve yeteneklerin tek başına keşfi değil, keşfedilmiş ilgi ve yeteneklerin bir biçimde ifade edilmesidir. Çocuğun nerede başarılı ve mutlu nerede başarısız ve tatmin edici olmadığını görmesi mesleki olgunluğu açısından önemlidir. Anne ve baba için önemli olanın, çocuğun toplumca "kariyeri" yüksek olduğu belirtilen bir meslekten çok; kendini gerçekleştirebileceği, mutlu ve başarılı olabileceği bir mesleği seçebilmesi olmalıdır. Örneğin sıradan ve işini sevmeyen bir "doktor" olmaktansa, aranan, işini yapan ve başarılı bir "öğretmen" olmak çok daha iyidir. Mesleğin seçilmesi sorumluluğu çocuğumuza aittir.Biz üzerimize almamalıyız. Bir mesleğe yönlendirmeden söz ediliyorsa, iki yöntemden birisi tercih edilerek yapılıyordur. Yöneltme ya da yönelme. Yönlendirmenin bir biçimi olan yöneltme biz yetişkinlerin çocuk için neyin iyi olduğuna karar verip bir mesleğe yönlendirmemizdir. Kuşkusuz çok da iyi niyetle yapılan bir mesleğe yöneltme çocuğu dıştan kontrole alıştırdığından günümüzde önerilmemektedir. Yönelme ise meslek seçimi sorumluluğunu çocuğa bırakarak onun kendi geleceği için çaba harcamasını ve uygun alanı keşfetmesini öneren yaklaşımdır. Doğal olarak, anne ve babalar, kendi bilgi ve deneyimlerini çocuklarının meslek seçiminde, onlara yardımcı olmak için kullanmak isteyeceklerdir. Anne ve babaların deneyimlerini mesleği belirlemede, yönlendirmede kullanmak yerine, çocuklarının önlerindeki engelleri, seçenekleri, ayrıntıları, bilgiye ulaşma yollarını göstermede kullanmaları, çocuklara daha çok yardımcı olacaktır. Bizler çocuğumuzun kendi geleceğinin sorumluluğunu üstlenip kendi yaşam çizgilerini oluşturmalarına yardımcı olmalıyız. Çocuğumuzun zayıf olduğu yönleri yerine güçlü olduğu yönlerini vurgulamaya çalışmalıyız. Durmadan eksiklerini çocuğun yüzüne vurmak onu geliştirmez. Onu geliştirecek şey aslında onda olan özelliklerdir. Etkili ana - babalar çocuklarının güçlü yönlerini fark edip bu durumu çocuklarına hissettirirler. Teşvik ve ödül birbirine karıştırılmamalıdır. Aldığı iyi bir nottan sonra çocuğumuza bir ödül vermek yerine "Bu benim çok hoşuma gitti. Bir gün bu gidişle hedefine ulaşabilirsin." gibi onu motive edici konuşmak çok daha etkili olacaktır. Çünkü biz öyle bir noktaya ulaşmalıyız ki çocuğumuz biz istediğimiz için değil, kendisi istediği için ders çalışsın, üniversiteye hazırlansın ve meslek tercihi yapsın.
Örnek teşvik sözleri şunlardır:
"Bu işi yapabileceğini biliyorum."
"Çaba gösterdikçe başarılı olduğunu görüyorum."
"Bu yaptıklarını takdir ediyorum."
"Kararına güveniyorum."
"Bu konuyu ayrıntılı düşündüğün belli oluyor."
"Eminim ki bu biçimde çalışmayı sürdürürsen başarılı olacaksın."


Yukarıdaki teşvik sözlerine dikkat ederseniz ne akıl verme ne de ödül var. Sadece çabanın fark edilmesi, çocuğun yaptığı işe güven duyması ve takdir edilme var. Teşvik sözleri ile ulaşacağımız nokta, çocuğumuzun kendi geleceğine sahip çıkması, çaba ve gelişmelerinin fark edilmesi ve olumlu yönlerinin vurgulanmasıdır
.
Meslek Seçiminde Bazı Olumsuz Anne ve Baba Tutumları
"Ben olamadım sen olacaksın": Bazı anne ve babalar gerçekleştireme-dikleri kendi özlemlerini ve ideallerini çocuklarının gerçekleştirmesini isterler. Eğer böyle bir anlayışınız varsa belki kendi hayal kırıklığınızı çocuğunuza da yaşatıyor olabilirsiniz. "Komşunun çocuğu oldu ama...": Komşularımızın , akrabalarımızın, arkadaşlarımızın çocukları ile bizi çocuğumuzun farklı olduğunu kabul etmeliyiz. Çocuğumuz akranları ile rekabet edebilir, bu onun yaşantısı ancak biz yetişkinler çevremizle rekabetimizde çocuklarımızı kullanmamalıyız. Bu rekabet çocuğumuzun kendilik saygısının düşmesine neden olabileceği gibi gerçek yeteneklerini ve kapasitesini ortaya koymasına da engel olabilir. Komşunun çocuğu ile karşılaştırarak onun daha iyi olmasını beklerken çok daha yıkıcı olabiliriz. "Bak kardeşin": Dikkatli bir anne - babaysanız çocuklarınızın birbirlerinden ne kadar çok olumlu veya olumsuz etkilendiklerini fark etmişsinizdir."Bak kardeşin ..." diye başlayan her cümle onların kıskançlığını kışkırtacak, biri bir süre hep başarılı olurken diğeri sürekli başarısızlığa doğru sürüklenecek, başarısız olan kendisini toplamaya başladığında, başarılı olanın birden başarısının düştüğünü göreceksiniz. "Ancak senin gibi bir tembel bu alanı seçer...": Çocuğunuzu küçümsemek, değersiz görmek , alay etmenin onun yaşamla mücadelesini zayıflatmanın dışında bir etkisi olmaz.
Sınavda Başarısız Olmazsa Yaşayacağını Bir Ceza Gibi Göstermeyin
Bir düşünür "Hayat, büyük olayları beklerken arada geçen zamandır" demiş. Bu söz-den bir pişmanlık payı çıkartmak da mümkündür. Hayatı bir süreç gibi değil de, bir du-rum gibi görürseniz, önünüzdeki olayların önemini abartırsınız. Çocuğunuz istediğiniz - ya da kendi istediği - lisenin veya üniversitenin giriş sınavında başarılı olamazsa, gide-ceği okulu bir ceza gibi göstermeyin Çünkü gerçekten kazanamadığı takdirde alacağı eğitim, hayatı açısından - yine de - büyük önem taşır . Bu eğitimi alabilmesi ve yararlanması ancak okulunu ve eğitimini sevmesiyle mümkündür. "...Eğer kazanamazsan, falan okula gidersin" veya "...Eğer ...fakültesine giremezsen, filan fakülteye girer ancak filan olursun" gibi sözler onun gideceği okulu, yapacağı işi sevmesine olanak bırakmaz. Bu tür yaklaşımlar çocuğun hayatı ve kendisini sevmesini de engeller ve kendine olan güvenini temelden sarsar.
Kendinize "Hayatın Amacının Ne Olduğunu" Sorun
Hayatın amacı kendine yeten bir insan olmak, yaşadığından memnun olmak ve bu memnuniyeti yakın çevredeki insanlarla da paylaşabilmektir. Sınavda başarılı olmak, diploma sahibi olmak bu temel amaca yönelik araçlardır . "Okumak", "Yükseköğrenim görmek" hayatın seçeneklerinden biridir . Neyse ki, hayatın seçenekleri bu kadar sınırlı değildir. Eğer amaç para kazanmaksa mutlaka falan okula gitmeden veya filan üniversiteyi bitirmeden de bunu sağlamak mümkündür. Eğer amaç hayattan alınan zevki artırmaksa, müzik ve sanat bu zevki ve coşkuyu insanlara dolu dolu yaşatabilir. Bütün bu sebeplerden ötürü hayatı bir tek seçeneğe "falan okulun giriş sınavını kazanmaya" indirgemek konuyu bir "ölüm - kalım" olayı durumuna getirir. Bu da hem ailenin, hem de çocuğun kaygısını yükseltir, başarısını tehdit eder. Anne - baba olarak görevinizin, çocuğunuza iyi bir eğitim vermek olduğu kadar, ona hayatı sevdirmek ve yaşama sevincini aşılamak olduğunu göz ardı etmeyin.
Asıl Önemli Olanın Birbirinize Bağlılığınız, Sınavınsa Araç Olduğunu Unutmayın
Ders çalışmak ve sınav kazanmak uğruna çocuğunuzla olan yakınlığınızı tehlikeye atmayın. Önündeki sınavda başarılı olsa da, olmasa da önemli olan çocuğunuzla aranızdaki sıcaklığın tehdit edilmemesidir. Çocuğun sınavda başarılı olması uğruna yapılan mücadele bazen aileyle çocuk arasına soğukluk girmesine ve duygusal açıdan uzaklaşmaya sebep olmaktadır. Eğer çocuğunuzla ilişkiniz genel olarak iyi ve yumuşak ise, ölçülü miktarda "çalış" uyarısı ve çalışma şartlarının hazır edilmesi biraz sıkıcı gelse de çocuğunuza sorumluluğunu hatırlatacaktır. Kaç yaşında olursa olsun birçok kişinin çalışmaya başlamak için bu tür bir uyarıcıya ihtiyaç duyduğu bilinir. Ancak çocuğunuzla ilişkiniz iyi gibi gözükse de sık sık sertleşiyorsa, o zaman "çalış" uyarıları aranızdaki gerginliğin dozunu artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Böylece birbirinize kızmak için özel bir sebebe ihtiyacınız kalmayacak eğitim ve diplomadan daha önemli bir şey, çocuğunuzla aranızdaki sıcaklık bütünüyle kaybolacaktır.
Sizin Değer Verdikleriniz Nelerdir?
Yukarıda anlatılanlardan, çocuğunuza "çalış" demeyin anlamını çıkarmayın. Çocuğunuzun başarısı için maddi - manevi fedakarlık yaptığınız ve gayret gösterdiğiniz doğrudur. Bunun karşılığını beklemeniz son derece doğaldır. Ancak çocuğunuzun elinden geleni yaptığına inanın. Eğer sonuç istediğiniz gibi olmazsa, çocuğunuzun elinden gelenin bu kadar olduğunu da kabullenin. Siz sofrada kitap konuşan, güzel sanatlardan söz eden, eğitim düzeyiniz ne olursa olsun kendisini yetiştirmeye çalışan ve okuyan bir insansanız, büyük bir ihtimalle çocuğunuzun başarısızlığı da geçicidir. Bu defa olmasa da gelecek defa başarılı olacaktır. Siz okumak için elinize gazeteden başka bir şey almıyorsanız, çocuğunuz büyürken bir kitapla ilgili tartışmaya tanık olmamışsa, sofranızda sadece artan fiyatlar, alınan ve satılanlar, kazanılan ve kazanılamayan paralar konuşuluyorsa, o zaman o da "başarı" konusunda sizi örnek almış demektir. Ancak siz kendinizi birinci grupta değerlendirebilir ve buna rağmen çocuğunuzun başarısını yeterli görmeyebilirsiniz. Bu ender rastlanan bir durum değildir. Bu durum pek çok ailenin başına gelmektedir. Çünkü bazı çocuklar hayat başarısını "okumak" ve eğitimin dışında görürler. Bunu da çocuğunuzun "seçimi" olarak görmeniz yerinde olur. Bu noktada olgun insanın tanımını hatırlamakta yarar vardı
"
Yaşayarak Öğrenme
Bir çocuk kınanırsa her zaman O da yapamaz başkalarını ayıplamadan. Ve düşmanlık görürse durmadan Kaçamaz hiçbir zaman kavgadan. Onunla edilirse alay Utancı öğrenir en kolay. Ve utançla yaşarsa eğer Suçlamayı kendisine iş eder. Hoşgörü esirgenmezse ondan Sabrı da öğrenir bir yandan. Ve verilirse ona cesaret Nedir,öğrenir kendine güvenmek. Övgüyle,ödüle layık görülürse çocuk Hep almayı değil, vermeyi de öğrenir ça-buk. Ve güven duyulmuşsa kendisine O da kulak verecektir dostluğun sesine Bir çocuk başkalarından görürse beğeni Bilir kendisinin de sevmesi gerektiğini. Ve ilgi, dostluk görürse eğer Sevgiyi, sevgiyle yürekten sezer. Dünya ile arkadaşlık kurmakta Kalmaz korkusu...
Kimse Kimseye Yaşamayı Öğretemez!..
Anne ve babaların kabul etmeleri gereken bir şey vardır ki, kimse kimseye yaşamayı öğretemez. Herkes hayatı kendisi yaşayarak öğrenir. Anne ve babalar kendi gençliklerini düşünürlerse, kendi yaptıkları hataların önemli bir bölümünün, büyükleri tarafından daha önce uyarıldıkları konularda olduğunu hatırlayacaklardır. "Yaşam bize bütün kitapların öğrettiklerinden daha çoğunu öğretir. Çünkü yaşam bize karşı direnir. İnsan ancak engellerle karşılaşıp onları aşmaya çalıştıkça kendini tanıyabilir." Genç insan hata yaparak dünyanın ve bu dünya içinde kendi gücünün sınırlarını tanır. Bu anlamda her hata gelişme yolunda bir aşamadır. Bunun için iki şart vardır: Birincisi hatalardan ders alarak ileriye doğru bir adım atılması ve aynı hatanın tekrarlanmaması, ikincisi bütün hayatı içine alacak ve hayatın akışını olumsuz yönde etkileyecek hatalar yapılmaması. Bu tür hatalara örnek olarak uyuşturucu kullanımı, erken yaşta hamilelik verilebilir. Bütün anne ve babalar bu iki şartı göz önünde bulundurarak çocuklara ve gençlere "kendi hatalarını yapma, sonuçlarını yaşama ve hayatı öğrenme şansı verilmesi gerektiğini" içlerine sindirmelidirler. Bunun için anne ve babalar adına da cesaret ve sabır gereklidir
 
C - ETKİLİ AİLE İLETİŞİMİ
Değerli anne babalar, Her zaman bilinen bir söz vardır:" Eğitim ailede ba-şlar" Gerçekten de çocuğa aile içinde gereken beceri-leri kazandırmaya çalı-şıyoruz. Ama ne kadarını ve nasıl. Zaten önemli olanda "Nasıl" sorusunun cevabı. Her aile başarılı çocuklar yetiştirmek ister. Bunun için çocuklarına mümkün olduğunca iyi bir gelecek sağlamaya çalışırlar. Onları iyi okullarda okut-mak ister, bunun için de aile varını yoğunu ortaya koyar, tüm özverisini ço cuğuna verir. Ancak yadsınan bir konu vardır ki oda çocuğun na-sıl sağlıklı bir kişilik gel-iştireceğidir. Aslında ha-yatta her şey başarı değildir. Önemli olan ço-cuğun içinde bulunduğu dönemi nasıl atlattığı, na-sıl bir kimlik oluştur-duğudur. Çocuk aileyi yansıtır. Aile içindeki bireylerin kişilik yapısı çocuğun kişiliğini şekillendirir. Yani aile iletişim becerilerini kullanmazsa çocukta iletişim becerilerini kullanamaz. Dolayısıyla çocuk hem ailede hem de sosyal çevrede sürekli çatışma içine girer. O halde aile çocuğa nasıl eğitim vermeli, çocukta nasıl sağlıklı bir kişilik oluşturabilmelidir? Elbette ki her anne baba çocuğunu en iyi şekilde yetiştirmek ister. Çocuğuna iyi niyetle yaklaşmaya çalışır. Ama Burada ailenin vereceği iyi bir eğitim, çocuğuyla kurduğu sağlıklı iletişim becerilerini kullanmasına bağlıdır. Bu sağlıklı iletişimi çocukla kurabilmek için önce onu tanımak ve onun temel gereksinimlerine saygı duymak gerekir. Aile bir ilişkiler sis-temidir. Aile demekle neyi kastediyoruz? Soyut an-lamda kişiler arası ilişkileri içeren belli kuralları olan bir düzendir. Aile sistemi dediğimiz zaman aile içindeki bireylerin birbirleriyle nasıl etkileşimde bulunduklarını düzenleyen kuralların tümünü kastederiz.
Her birey kendi benlik tanımlaması içinde ailenin tüm düzeninden ciddi biçimde etkile-nir. Çocuk, aile içi ilişkileri benimsemiş ya da en azından kanıksamışsa, koşullar ola-nak sağladığında, alıştığı türden bir aile ortamını yaratmaya girişir. Daha doğrusu koşullarını ve olanaklarını kendi bildiği aile türünden bir aile yaratacak biçimde kullanır. Bu nedenle babası alkolik olan bir kız (babasıyla bu yüzden ciddi sorunlar yaşamış olsa bile) alkolik bir adamla evlenebilir; annesi tarafından ilgi, sevgi görmemiş, yalıtılmış bir erkek ise (yıllarca annesinin bu tutumundan ötürü rahatsızlık duymuş olsa bile) an-neleri gibi duygusal yönden soğuk kadınlarla evlenebilirler. Aile içindeki roller böylece kuşaktan kuşağa kendi kendini yineleyebilir.
Ailenin Temel Gereksinimleri
1. Değerli olma duygusu: Aile içindeki etkileşim çocukları ya "ben değerliyim" ya da "değersizim" duygusuna götürür. Bu gereksinim aile içinde yerine getirilmezse çocuk her türlü davranışla bu duyguyu elde etmeye çalışır. Ergenlik çağındaki erkek çocukların çete kurarak çoğu kez ölümle sonuçlanan çatışmaları da, kendilerini önemli görmeyen aile ortamlarına bir tepki olarak yorumlanır. "Ben değerliyim" duygusunu aile içinde elde eden birey kendisini kanıtlamak için aşırı davranışlarda bulunmaya gerek duymaz.
2. Güven ortamı: Aile içindeki bireylerin emniyette olduğu, dışarıdaki tehlikeli olayların aile içine girmeyeceği duygusu, bu gereksinmenin temel nedenidir. Eğer çocuk ev içinde kendisini güven içinde bulmuyorsa çocuk ailenin dışında bir yere yönelir. Aile ile olan bağlarını koparır.
3. Yakınlık ve dayanışma duygusu: Aile içinde temel güven ve dayanışma varsa aile dışında bireyin karşılaştığı stres getirici olumsuz olaylar yıkıcı etkisini pek göstermez. Güven duygusunun baskın olduğu aile dış dünyanın yaratmış olduğu sıkıntı ve kaygılarından kendisini kurtarır. Bu tür aile içinde olan kimseler kendilerine olduğu gibi çevresine de güvenirler. Eğer aile içinde güven ve dayanışma sağlanmamışsa bu in-sanlar yoğun stres ve gerginlik yaşarlar. Bu kişiler kendilerine dahi güvenemezler. Dolayısıyla çevresinde yakın ilişkiler kuramazlar.
4. Sorumluluk duygusu: Aile sistemi içindeki anne ve babalar davranış ve sözleri ile sorumluluk duygusunu ifade ederler. Aile içinde sadece anne baba değil herkes sorumluluk duygusunu paylaşır. Elbette ki çocuklara yaşları oranında sorumluluk yüklenmelidir. Tüm sorumluluğu kendi üzerine alan, çocuğunu sorumluluktan kurtaran anne ve babalar kendi yaşamını biçimlendirmekten aciz sürekli başkalarının yönetiminde olmaya alışık bireyler yetiştirirler. Bu tür tutumlar sonucunda yetişmiş bireyler yaşamlarında yer alan olaylardan sürekli başkalarını sorumlu tutarlar. Gelişimsel dönemi göz önüne alınarak çocuğun odasını toparlaması, ev işlerine yardım etmesi gibi konularda sorumluluğu sağlanabilir. Bunu yaparken kız ve erkek işleri kesin çizgilerle ayrılmamalıdır. Çocuklarımızdan biz sorumluyuz. Bu sorumluluklarımızı unutmazken onlara da sorumluluk duygusunu küçük yaşlarda kazandırmaya çalışmalıyız.
5. Zorluklarla mücadele ederek onların üstesinden gelmeyi öğrenme: Çocuğa her şey hazır verilmemelidir. Sorumluluk duygusunun gelişimi ile ilgili anlatılanlar zorluklarla mücadele etme ile ilgilidir. Çocuğun içinde bulunduğu gelişimsel dönem göz önünde bulundurularak çocuk kendi sorunları ile baş başa bırakılmalıdır. Bu durum onların zor sorunları ile mücadele ederek, uğraşmasına olanak vermek, kendisine güvenli sorun çözme becerileri gelişmiş bireyler olarak yetişmeleri için gereklidir. Karşılaştığı her zorluğa aşırı yardım eden ana babaların çocukları sürekli başkalarına muhtaç, kendilerine güvensiz olur. Böyle kişiler yeteneklerini keşfedemezler.
6. Mutluluk ve kendisini gerçekleştirme ortamı: Aile ortamı bir mutluluk ortamıdır. Şimdiye kadar anlatılan gereksinimlerin karşılanması mutlu olmayı getirir. Evde değerli olduğu duygusunu tadan birey mutlu olur ve yaptığı şeylerden doyum alır, kendini gerçekleştirme olanağı bulur.
7. Sağlıklı manevi yaşamın temellerini oluşturma ortamı: Katı din kuralları altında yetiştirilmiş çocuk sürekli yargılanacağı, cezalandırılacağı korkusunu yaşar. Kendi yaşantı ve deneyimlerini zenginleştirecek iç ve dış dünyasını araştırıp keşfedeceği yerine körü körüne itaati, kendi düşünce ve duygularından utanmayı öğrenir. Sağlıklı manevi yaşam ailenin çocuğuna verebileceği en önemli süreçtir. Sağlıklı bir manevi temeli olan insanlar kendisi ile barışık, insan ilişkileri olumlu ve kuvvetli saygılı bireyler olarak yetişirler.
Korunması Gereken Beş Temel Özgürlük
1. Şimdi ve burada olanı duyma ve görme (algılama) özgürlüğü
2. Kendi düşündüğünü olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü
3. Kendi duygularını olduğu gibi ifade edebilme özgürlüğü
4. Kendi arzularına göre bir şeyi isteme ya da reddetme özgürlüğü
5. Olmak istediği yönde gelişerek kendi özünü gerçekleştirme özgürlüğü
Rıchard Bach'ın Martı adlı romanından özet olarak alınan aşağıdaki cümlelere bir göz atalım:
"Uçmak, bir martının en doğal hakkıdır. Özgürlük ise, var oluşun bir parçasıdır. Boş inançlar olsun, gelenekler olsun, özgürlüğü kısıtlayan ne varsa, kaldırıp atmak gerek. Tek gerçek yasa, özgürlüğü sağlayan yasadır. Başka yasa yoktur. Tek ilke, sınırlılıklarımızı sırayla ve sabırla yenmeye çalışmaktır."
"Her martıda gerçek martıyı görmeye çalışmalı, her birinin içindeki iyiyi bulup çıkarmalı ve bunu onlara da göstermelisin. Gerçek sevgi budur işte. Onu bir kez tattın mı, asla vazgeçemezsin."
"İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez." "Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için 'SÜKÛNET', değiştirebileceklerimi değiştirmek için 'CESARET', ikisini birbirinden ayırabilmek için de 'AKIL' ver!"
Barry Spilchuk
Aile İçi İletişim
Etkili iletişimin temelinde bireyin kendisini tanıması, kendi değerlerinin ve tutum-larının farkında olması ve kendine güven yatar. İyi bir iletişimci ipuçlarını anında görür (jestler, mimikler, beden duruşu) ve onları gerçekçi olarak değerlendirir.
İletişim Engelleri
1. Emir vermek, Yönlendirmek:
Builetiler kişinin duygularının önemsiz olduğu mesajını verir. Kişi diğer kişinin istediğini yapma zorunluluğunu hisseder.
2. Uyarmak, Gözdağı vermek: Bu iletiler de emir verme ve yönlendirmeye benzer; ancak kişinin vereceği yanıtın karşılığı olacak tümceleri de içerir. Kişinin istek-lerine saygı duyulmadığı mesajını verir. Bu durum kişide öfke ve düşmanlık yaratır.
3. Ahlak dersi vermek: Bu tür ilişkilerde otoritenin ve zorunlulukların gücü kişiye karşı kullanılır. "Yapmalısın, etmelisin" mesajlarını iletir ve bireyi karşı koymaya zorlar.
4. Öğüt vermek ve çözüm önerileri getirmek: Kişinin sorunlarını kendi kendisine çözeceği yeteneğinin olmadığına inanıldığını gösterir.
5. Öğretme, nutuk çekme, mantıklı düşünceler önerme: Bu durum aile içinde o anda herhangi bir sorun yokken çocuklar tarafından kabul edilebiliyor; ancak, so-run anında bu durum kabul edilmiyor ve daha fazla çatışmalara neden oluyor. Man-tıklı düşünceler önerme çocuğun mantıksız ve bilgisiz olduğuna dair mesaj iletir.
6. Yargılamak, eleştirmek, suçlamak, aynı düşüncede olmamak: Bu iletiler ço-cuk üzerinde diğerlerinden daha fazla olumsuz etki yapar. Bu değerlendirmeler çocuğun benlik saygısını düşürür. Çocuk-lar hakkında yapılan olumsuz değer-lendirmeler çocuğun kendisini değersiz, yetersiz görmesine neden olur.
7. Övmek, aynı düşüncede olmak, olumlu değerlendirmeler yapmak: Genel inanç olarak bu durumun çocuğa zarar vereceği hiç düşünülmez. Çocuğun öz imgesine uymayan değerlendirmelerin yapılması çocukta kızgınlık yaratır. Çocuklar bu iletileri anne babanın kendi-lerini yönlendirme ve isteğini yaptırma girişimi için kurnazlık olarak yorumlarlar. "Siz böyle söyleyince sanki ben daha çok mu çalışacağım?" gibi düşünürler. Övgü ise başkalarının yanında yapılıyorsa çocuğu utandırır. Aşırı övgü sonucunda çocuk buna alışır ve övülmeye gereksinim duymaya başlar.
8. Ad takmak, alay etmek: Çocuğun benlik saygısı üzerinde olumsuz etki yapar.
9. Yorumlamak, analiz etmek, tanı koymak: Bu durum çocuğun konuşmasını, kendi duygularını ifade etmesini engeller.
10. Güven vermek, desteklemek, avutmak, duygularını paylaşmak: Anne babalar çocuklarının duygularını tam olarak anlamadıklarında ortaya çıkar. Böyle bir durumda sorun hiç yokmuş gibi algılanıp avutma eğilimine gidilir."Üzülme yarın her şey düzelecek, kendini daha iyi hissedeceksin." gibi mesajların verilmesi çocuğun önemsenmediği hissini verir.
11. Soru sormak, sınamak, sorgulamak: Çocuk sorgulanıyor hissine kapıldığında bu durum onda güvensizlik, kuşku oluşturur. 12. Sözünden dönmek, oyalamak, alay etmek, şakacı davranmak, konuyu saptırmak: Böyle iletiler yüzünden çocuk anne babasının onunla ilgilenmediğini, duygularına saygı göstermediğini; belkide onu dışladığını, dikkate almadığını düşünür. Çocuklar sorunlarını dile getirdiklerinde çok ciddidir. Şaka ve espriyle karşılık vermek onları incitebilir ve itilmişlik, kenara atılmışlık duygusunu verir.
Ana Babalar 12 İletişim Engelini Kullanınca...
1. "Benim oğlum okulu bırakamaz. Buna izin vermem." EMİR VERME, YÖNLENDİRME 2. "Okulu bırakırsan benden para mara bekleme." UYARMA, GÖZDAĞI VERME
3. "Okumak herkese nasip olmayan ödüllendirici bir deneyimdir." AHLAK DERSİ VERME 4. "Ödevini yapmak için neden bir program yapmıyorsun?" ÖĞÜT VERME, ÇÖZÜM GETİRME
5. "Üniversite mezunu lise mezunundan yüzde elli fazla kazanır." NUTUK ÇEKME, ÖĞRETME
6. "Uzak görüşlü değilsin. Düşüncelerin henüz yeterince olgunlaşmamış." YARGILAMA, ELEŞTİRME, SUÇLAMA
7. "Her zaman gelecek için umut veren iyi bir öğrenci oldun." ÖVME
8. "Hippi gibi konuşuyorsun." AD TAKMA, ALAY ETME
9. "Çaba göstermediğin için okuldan hoşlanmıyorsun." YORUMLAMA, ANALİZ ETME 10. "Duygularını anlıyorum, ama son sınıfta daha iyi olacak." GÜVEN VERME, DUYGULARINI PAYLAŞMA
11. "Eğitimsiz ne yapacaksın? Nasıl geçineceksin?" SINAMA, SORU SORMA, SORGULAMA
12. "Yemekte sorun istemiyorum." KONUYU SAPTIRMA
Bu alıştırma çocukta sorun olduğunda ana babanın tipik tavrının iletişim engelli sözler söylemek olduğunu göstermiştir. Bu tür yanıtlar çocuktan gelecek bir sonraki iletişimi engeller; ana-baba çocuk ilişkisi gibi çocuğun benlik saygısını da olumsuz engeller. Çocuklar üzerinde aşağıdaki olumsuz sonuçları oluşturma tehlikesi taşır:
oKonuşmalarını engeller
o Savunmaya geçirir, kavgacı yapar, karşı saldırıya yöneltir
o Yetersiz olduklarını hissettirir
o Kızdırır, küstürür
o Oldukları gibi kabul edilemedikleri duygusunu uyandırır
o Sorunlarını çözmede kendilerine güvenilmediğini hissettirir
o Anlaşılmadıklarını hissettirir
o Duygularının yersiz olduğunu hissettirir
o Kızdırır, yılgınlığa uğratır
o Sorgulanıyor duygusunu yaratır
o Anne ve babasının kendisiyle ilgilenmediği duygusunu uyandırır.


Peki ne yapmak gerekmektedir. İleri ki bölümde ayrıntılı olarak açıklanan "Etkin dinleme yöntemi"ni kullanmak ilişkilerimizde oldukça yarar sağlamaktadır.
Aile Kuralları
Her aile gerek açık gerekse kapalı olarak kurallarını belirlemiştir. Sağlıklı ailede kurallar gizli değil açık olarak belirlenmiştir. Aile içindeki bireyler birbirlerinin iyi tanırlar, duygular karşılıklı olarak hissedilir. Evde eşitlik söz konusudur. Mutlaka ki zaman zaman her evde küçük de olsa çatışmalar yaşanır. Hiç çatışma yaşanmayan bir evde büyük olasılıkla maskeler takılıdır. Yani sosyal maskeler ileti-şimde bulunuyordur. Çatışma uzun süreli ilişki içinde olan kişiler arasında doğal olarak ortaya çıkar. Önemli olan çatışmanın çıkmasını önlemek değil, çatışma çıktığı zaman kişilerin birbirleriyle nasıl etkileşim kuracağının bilinmesidir. Aralarında çıkan çatışmayı birbirlerini kırmadan çözebilme becerisini gösteren çiftler sağlıklı bir aile kurar.
Sağlıklı Bir Ailede Sorunları Çözmek İçin Kullanılan Yöntemler:
oDuygu ve düşünceler olduğu gibi,abartılmadan ortaya konulmalıdır (Bu tutuma kendine güvenli ve kendine saygılı tutum diyoruz. Bu tutum içinde olan kişiler hem kendilerine hem de baş-kalarına saygı gösterirler.)
oSorunlar şimdiki bağlam içinde ele alınmalı ve eski birikimler işin içine so-kulmamalıdır oKesinlikle öğüt verme kullanılmamalı, davranışlar somut bir biçimde ayrıntılı olarak ele alınmalıdır.
oYargılamaya gidilmemeli, kişiler kendi duygu ve düşüncelerini ifade edebilmeli-dirler.
o Duygu ve düşünceler, ne az ne eksik, olduğu gibi olduğu gibi ifade edilmelidir; karşısındakinin ne beklediğine ya da en mükemmel olması gerektiğine göre ifadeler aranmamalıdır.
oKonunun özü ile konuya ilişkin olmayan ayrıntılar birbirinden ayırt edilmelidir. Örneğin siz çocuğunuza "iki saat geciktin" dediğinizde, çocuğunuz size: "hayır bir saat kırk beş dakika geciktim" dememelidir.
oSorun çözmede etkin dinleme kullanıl-malıdır.
oBelirli bir zaman konusu içinde ancak bir çatışma üzerinde durulmalı, başka çatışma konuları çatışmaya katılmamalı.
Örneğin: "hem geç kalıyorsun hem de bana yardım etmiyorsun" diyerek iki konuyu birden ortaya atmamak gerekir.
Birinin haklı çıkması yerine her iki ta-rafın da anlaşabileceği bir çözüme yönelmek gerekir. "ben haklıyım, sen yan-lış hareket ediyorsun" tarzında davran-mamak gerekir. Diyalog, "onların konuşması, bizim yanıt vermemizdir." veya yanıt vermeyip bir gülümsemeyle -ama bildiğini ifade eden bir gülümsemeyle-başımızı sallayarak sorunlarını anladığımızı, tam olarak anladığımızı ve karşılıklı konuştuğumuz takdirde sorunu çözebileceğimizi anlamalarını sağlamamızdır. Çünkü, birisiyle konuşmak, yani diyalog, güven oluşturur ve güven de bizim her şeyden çok gereksinimimiz olan şeydir. Stefan Haym
Sağlıksız Ailede Gizli Kurallar:
Sağlıksız ailede kurallar bilinçaltındadır. Gizli ya da açığa çıkmamıştır. Bu kuralları kimse tartışamaz. İşte sağlıksız ailede geçerli olan kurallar şunlardır:

1. Denetleme: Çocuk duygu ve düşüncelerini ifade ederken hep korku içindedir. Ya da duygularını ifade edemez, bastırır. Söyleyeceklerini hep önceden kestirmek zorun-dadır. Kendiliğinden ortaya çıkan davranış kötüdür, affedilmez. Bu tür ailelerde sağ-lıklı bir güven ortamı söz konusu değildir.
2. Mükemmeliyetçilik: Yapılan her işte, girilen her sınavda kişinin mükemmel ol-ması beklenir. Her şey göstermeliktir, başkasının beğenmesi için yapılır. Mükemmeli-yetçilik kişinin kendi gerçeğinin hiçbir değeri olmadığını kendi düşünüş ve değer-lendirilişinin önemsiz olduğunu ifade eder. Bu ortamda yetişen çocuğun temel duygusu umutsuzluktur. Kendilerini değersiz, yetersiz bulurlar.
3. Suçlama: Suçlama olayları olduğu gibi kabul etmemenin bir sonucudur. Yapılan suçlamalar her şeyin denetim altında tutulması gerektiği ve yapılan her şeyin mükem-mel olmasının zorunlu olması gerektiğini ortaya çıkarır. Bu durum ise kişide kaygı ve utanç duygularını yaratır.
4. Beş temel özgürlüğün inkârı: Sağlıksız ailede kişilerin doğal olarak geliş-tirdikleri algılama, duygu, düşünce, davranış, arzu ve amaçları inkâr edilir. "İçinden geldiği gibi değil; mükemmeliyetçi kurala uyarak, başkalarının senden beklediği biçimde algıla, duygulan, düşün,davran, arzu et, ve amaç edin." Bu durum kişinin kendi gerçeğini inkâr etmesine neden olur. Böylece kişi tamamen dışa bağımlı, kendi iç dünyasıyla ilişkisi kopuk, robot gibi yaşar. Böyle bir kişinin mutlu olması da söz ko-nusu olmaz.
5. Konuşmanın yasak olması: Sağlıksız bir ailede özellikle çocukların duygu ve düşüncelerini ifade etmesine olanak verilmez. Bu durum çocuklarda değersizlik duygularına neden olur.
6. Küskünlük ve kırgınlıkların sürdürülmesi: Aile içindeki kırgınlık ve küskün-lüklerin sürdürülmesi, kişilerin birbirlerini anlamasını ve sorunun çözülmesini engeller.
7. Kimseye güvenmeme: Sağlıksız bir ailede kimse kimseye güvenmez. Aslında güven var gibi görünse de temelde güvensizlik vardır. Sağlıksız ailede yetişen kişi kim-seden saygı ve gerçek sevgi görmediği için kimsenin kendisine yardım edemeyeceğine inanır. Yardım etmek isteyenlerin "mutlaka art düşüncesi vardır, çıkarı vardır" diye düşünür. Sağlıksız ailede yetişen kişilerin kendilerine güveni olmaz. Bu kişiler genellikle dıştan denetimli bireyler olurlar.
Dinleme Becerileri Edilgin dinleme (sessizlik):

Karşısındakinin konuşmasına olanak tanıma. Edilgin dinleme kişiye: oDuygularını duymak istiyorum. oDuygularını kabul ediyorum. oBenimle paylaşmak istediğin konuda vereceğin karara güveniyorum. oBu senin sorunun, sorumlu sensin." gibi güçlü mesajları verir. Kabul ettiğini gösteren tepkiler: Sessizlik iletişimi engellemekle birlikte çocuğa kabul edilmediği izlenimini de verebilir. Ona sessizce dinlerken yanlış anlamalara neden olmamak için gerçekten tüm dikkâtimizi verdiğimizi göstermeliyiz. Bunu yapmak içinse karşımızdakine sözlü ve sözsüz mesajlar iletmeliyiz. "Hı hı, evet, seni anlıyorum..." gibi sözlü mesajlarla; baş sallama, jestler ve mimiklerle, beden duruşu gibi sözsüz mesajlarla karşımızdakine gerçekten onu dinlediğimiz hissini vermemiz gerekir. Konuşmaya açık davet: Çocuklar sorun ve duygularını dile getirmekte güçlük çekerler. Konuşmak için yüreklendirilmek isterler. Şu örnek cümlelerle konuşmaya davet sağlanabilir:
o O konuda konuşmak ister misin?
o Bu olay karşısında neler hissettin?
o Bana örnek verir misin?
o Bu konuda neler düşünüyorsun?"
Etkin dinleme: Etkin dinlemede kişinin söylediklerinin gerçek anlamlarının kavranması gerekir. Etkin dinleme çocukların duygu boşalımına yardım eder. Çocukların duygularını keşfetmelerine yardımcı olur. Etkin dinleme çocukların olumsuz duygulardan korkmamalarına yardım eder, ana - baba - çocuk arasında sıcak bir dostluk geliştirir. Duyulduğunu ve anlaşıldığını bilmek öylesine hoş bir duygudur ki, konuşan dinleyene karşı bir yakınlık duyar. Çocuklar sevgiye tepki verirler. Kişi empati kurup doğru olarak dinleyince karşısındakini anlar. Bir anlamda kişi kendisini karşısındaki kişinin yerine koyar. Empati kurmayı öğrenen anne ve babalar çocuklarına daha fazla anlayış gösterirler.
Etkin Dinleme İçin:
oÇocuğun söylediğini duymak istemelisiniz. Bu onun için zaman ayırmak anlamına gelir. Zamanınız yoksa bunu çocuğunuza söylemelisiniz.
oO andaki soruna yardımcı olmayı gerçekten istemelisiniz. İstemezseniz isteyinceye kadar bekleyin.
oDuyguları ne olursa olsun, sizin duygularınızdan ne denli farklı olursa olsun onun duygularını gerçekten kabul etmelisiniz.
oÇocuğun duygularını tanıdığına, onlarla baş edebileceğine ve sorunlarına çözüm bulma yeteneğine tam olarak güvenmelisiniz. Bu güveni çocuğunuz sorunları kendi başına çözdüğünü gördükçe kazanacaksınız.
oDuyguların sürekli değil, geçici olduğunu anlamalısınız. Duygular geçicidir. Çocuğunuzu diğerlerinden farklı ayrı bir birey olarak algılamalısınız. Bu "ayrılık" çocuğun kendi duygularının olmasına, nesneleri kendisine göre algılamasına "izin" vermenize destek olur. "Ayrılık"ı, yalnızca hissetseniz bile çocuğa yardımcı olabilirsiniz. Çocuğun sorunları olduğunda onun yanında olmalı ancak karışmamalısınız. Etkin dinlemenin en uygun zamanı çocuğun sorunu olduğunu gösterdiği andır. Ana-babalar çocuklarının duygularını dile getireceklerini hissedecekleri için çoğunlukla bu anı kolaylıkla yakalayacaklardır. Tüm çocukların öğretmenleri, arkadaşları, ana- babalarıyla, kardeşleri hatta kendileri ile ilgili problemleri olabilir. Bu sorunlar onların stres yaşamalarına neden olabilir. Bu tür sorunların çözümü için yardım alan çocuklar daha kendine güvenli ve daha güçlü olurlar. Yardım almayanlarsa duygusal açıdan sorunlar yaşarlar. Etkin dinlemenin uygun zamanını bilmek için ana-babaların "bir sorunum var" türünden tümceleri duymaya açık olmaları, ancak önce çok önemli olan "SORUN KİMİN?" ilkesini bilmelidirler
Ana-baba-çocuk ilişkisinde 3 durum vardır:

1.Çocuğun herhangi bir gereksinimi engellenmişse sorunu var demektir. Çocuğun o anki davranışı anne-babanın gereksinimini karşılamasına somut bir biçimde engel yaratmadığı için sorun ana-babanın değil, SORUN ÇOCUĞUNDUR.
2.Çocuğun gereksinimleri engellenmeyip karşılanmakta ve davranışı anne-babasının gereksinimini karşılamada somut bir engel de yaratmamaktadır. Bu nedenle ilişkide SORUN YOKTUR.
3.Çocuğun gereksinimleri karşılanmakta ancak davranışı anne-babasının gereksini-minin karşılanmasını somut bir biçimde engellemektedir. Şimdi SORUN ANNE-BABANINDIR.
Çocuğun sorunu olduğu zaman anne-babanın ETKİN DİNLEMESİ için en uygun zaman-dır. Ancak sorun anne babadayken uygun değildir. Çocuk sorun yaşıyorsa etkin dinleme ile onun kendi sorunlarına çözüm bulmasına yardım edebilirsiniz. Etkin dinlemenin aşırı kullanılması ya da uygun zamanda ve durumda kullanılmaması işlerlik sağlamaz. Bu nedenle daha öncede belirtildiği gibi zamanlamanın ve koşulların sağlanması gerekir.
Ben Dili:
Genellikle anne ve babalar iletişimde "sen dili" ni kullanıyorlar. Sen iletileri duygu ifade etmez. Genellikle emir verme yargılama, öğüt verme gibi iletişim engellerini içerir.
Örneğin:
o Konuşma artık
o Yapmamalısın
o Dersine çalışmazsan
o Yaramazlık yapıyorsun
o Bebek gibisin
o Dikkat çekmek istiyorsun
o Daha iyi öğrenmelisin......
Ana-baba çocuğun davranışını kabul etmediği zaman o davranış nedeniyle ne hissettiğini çocuğa söylerse ileti "SEN İLETİSİ"nden "BEN İLETİSİ"ne dönüşür. Yani ben dilinde duygular konuşur. oEğer bugün çok yaramazlık yaparsan ben çok üzülürüm oAkşam yemeğini zamanında yetiştiremeyeceğim diye endişeleniyorum. oYorgun olduğum zaman canım oyun oynamak istemiyor Gerçekten de uyguladığınız takdirde çocuktan beklediğimiz davranışların oluşma-sında "ben dili"nin ne kadar etkili ve doğru bir iletişim aracı olduğunu göreceksiniz. Ben dili çocuğun ana babasının kabul edemediği davranışını değiştirmesinde daha etkili olduğu gibi çocuk - ana baba ilişkisi için de daha sağlıklıdır. Ben dili çocuğu direnmeye, isyan etmeye yöneltmez. Örneğin dışarı çıkmak için direnen bir çocuğa: "Hayır, hemen odana git, sokağa çıkamazsın" demek mi doğrudur; yoksa "hava karardığı için sokağa çıkman beni endişelendiriyor. Bu yüzden gitmeni istemiyorum ama, yarın erken saatte arkadaşla-rınla birlikte olmana izin verebilirim." demek mi doğrudur? Tabii ki ilk cümle sen iletilerini içerdiği için çocukta bir direnme ya da isyana yol açacaktır. Ancak ikinci cümlede duyguların ifadesi söz konusu olduğu için ben dilini kullanmak daha etkilidir. Çünkü ben dili davranışı değiştirme sorumluluğunu çocuğa devreder.
Sorun Çözme Becerisi
Rıchard Bach'ın Mavi Tüy adlı romanından sorun ile ilgili bazı sözler: "Kendisinden kaçmayı gerektirecek kadar büyük hiç bir sorun yoktur. Sana hiç bir katkısı olmayacak nitelikte bir sorun yoktur. Sana kazandıracaklarına ihtiyacın olduğu için sorunları ararsın." "Eğer mutluluğun başkalarının tavrına bağlıysa, senin de sorunun var demektir." "İyi yada kötü yoktur, bizi mutlu edenler veya mutsuz edenler vardır sadece." "Eğer dostluğumuz zaman ve uzaklıkla sınırlıysa, o yok demektir. Zaman ve uzaklıkla sınırlı olmayanı yaşıyoruz biz. Uzaklığı yenince hep aynı yerdeyiz, zamanı yenince hep aynı anın içindeyiz. Böylece her an için birlikte olacağımızı düşünmedin mi?" "Kızgınlık ve öfke duygusu, farkında olunan ya da olunmayan çatışmalardan kaynaklanır. Sadece kısa süreli duygusal gerginlikleri değil uzun süreli çatışmaları çözmek de, yaşamın önemli bir parçasını oluşturur." Çatışma değişik nedenlerden kaynaklanabiliyor. Çatışmaların çözümüne iki temel tutum içinde yaklaşılabilir.
1.Ben kazanacağım, o kaybedecek. (KAZAN / KAYBET)
2.Her ikimizin de sonuçtan memnun olması gerekir. (KAZAN / KAZAN ya da KAYBEDEN YOK yaklaşımları).
Kazan / Kaybet Yaklaşımı:

İki kişiden biri varılan sonuçtan hoşnut kalmaz. Bu tutumda en güçlü olan, hileli davranan kazanır. Bu yöntem beraberinde karşılıklı ilişkilerde güvensizliği getirir. Karşısındakini kaybetme pahasına tartışma taraflardan birince kazanılır. Kaybeden Yok Yaklaşımı: Bir çatışma konusu ortaya çıktığı zaman, taraflardan her biri sadece kendi isteğinin yapılmasına olanak verecek bir çözümde ısrar edecek yerde, her ikisi de yaratıcı bir biçimde iki tarafı birden tatmin edecek bir çözüm yolu bulmaya çalışırlar. Çatışmayı çözebilecek değişik yollar düzenli bir biçimde gözden geçirilerek bu gerçekleştirilebilir.
Sorun çözebilmek için kullanılabilecek aşamalar:
1.Birinci aşama: ÇATIŞMAYI TANIYIN: Sizce sorun nedir? Bu konuda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Burada "BEN DİLİ" kullanmayı ve her ikinizi de memnun edecek bir çözüme ulaşma tutumu içinde olduğunuzu belirtmeyi ihmal etmeyin.
2. İkinci aşama: BİR ÇOK ÇÖZÜM YOLU ORTAYA KOYUN: Beş yada on dakika gibi belirli bir zaman süresi içinde aklınıza gelen çözümleri. İyi ya da kötü, mümkün ya da değil gibi süzgeçlerden geçirmeden olduğu gibi ortaya koyun. Bu aşamada amaç sorunla ilgili olabildiği kadar çok sayıda çözüm yolunu bir liste halinde ifade edebilecek duruma gelmenizdir.
3.Üçüncü aşama: ÇÖZÜM YOLLARINI DEĞERLENDİRİN: Bu aşamada her çözüm yolunu değerlendirerek, bu çözüm yollarının her birinizi tatmin ettiğini tartışacaksınız. Bu evrede kişilerin dürüstçe düşüncelerini ifade etmeleri önemlidir. Bir çözüm tarzını istemediği halde karşısındaki memnun olsun diye kabul etmek, iki kişinin arasındaki ilişkinin sağlığı bakımından sakıncalıdır.
4. Dördüncü aşama: EN İYİ ÇÖZÜMDE ANLAŞIN: Şu ana dek bütün seçenekleri gözden geçirmiş bulunuyorsunuz. Şimdi her ikinizi de en çok tatmin edecek kararı verme durumudur bu karara ulaştıktan sonra çözümün ne anlama geldiği bir kez daha her iki kişi tarafından ifade edilir.
5. Beşinci aşama: ÇÖZÜMÜ UYGULAMAYA KOYUN: Bu evrede çözümün ayrıntılarını konuşmaya başlarsınız. Burada ayrıntılardan kastedilen, çözüm uygu-lamaya konduğunda her iki tarafça ne gibi uyarlamalar ve ayarlamalar yapılması gerektiğinin konuşulmasıdır. Çözüm bir planlamayı gerektiriyorsa hemen planlamaya başlayın. Burada üzerinde durulması gereken nokta çözümün uygulanmaya geçebilmesi için gerekli işlemlerin her iki kişi tarafından anlaşılmış olmasıdır.
6. Altıncı aşama: ÇÖZÜMÜ GÖZDEN GEÇİRME: Bir çözümün gerçekten uygulanabilir ve uygulanamaz olduğunu denemeden anlamak zordur. Çözümü bir süre uyguladıktan sonra gözden geçirmek üzere bir araya gelmekte büyük fayda var. Bu durumdan sonra çözüm tarzında bazı değişiklikler önerilebilir. Hatta öyle bir durum olabilir ki çözümü her iki taraf tatmin edici bulmayıp yeniden gözden geçirmek gereği duyulabilir. Önemli olan sorunun altında ezilmek yerine her iki tarafı da hoşnut edecek bir çözüme ulaşıncaya kadar yaratıcı bir biçimde sorunla uğraşmak yapıcı çözüm önerileri getirmektir. Zaten anlatılan tüm bu bilgiler yerine geldiğinde ilişkiler daha yapıcı olacak ve karşılıklı olarak birbirini anlama söz konusu olacaktır.
Çocuk ve Oyun
Kollektif oyunlar tek başına oynananoyunlara göre daha anlamlı ve niteliklidir. Bu aşamada çocuk kendi yeteneklerini tanıma ve bunları başkalarının yetenekleriyle karşılaştırma fırsatı elde eder. Birlikte oynanan oyun bireysel oyuna göre daha ileri ki bir nokta olup çocuğun sosyal gelişimi için çok önemlidir. Bilgisayar, televizyon, game watch" a bağlı kalan çocuklar bir başkasıyla entegrasyon, alışveriş ve bilgi akışından yoksun kalıyorlar; bu nedenle bu tür teknolojik aletler çocuğun sosyal gelişimini olumsuz etkilemiş oluyor. Eğer anne baba çocuğu otonom bir birey olarak kabul etmişse, onu kendi kendine yeten bir birey haline dönüştürmüşse, çocuk okuldan döndükten sonra, elini yüzünü yıkayıp, yemeğini yedikten sonra bir saatini oyun oynamaya ayırabilir. Geri kalan sürede de derslerine çalışabilir. Erken gelişim yıllarında bu oto kontrole sahip olamayan çocukların programsız bir hayat sürmeleri söz konusu oluyor. Başarılmış her eylem çocuğun öz güvenini geliştireceğinden "Ne kadar güzel yaptın!" şeklindeki pekiştirici bir sözde çocuğu yeni girişimler yapmaya cesaretlendirip, isteklendirir. Bu açıdan bakıldığında özgüven geliştirmede oyunun etkisi açıktır. Ayrıca oyun çocuğun en güçlü ve doğal dürtülerinden biri olan saldırganlık dürtüsünü boşaltmasına da yaramaktadır. Hayali oyunlarda çocuk korkulardan ve bu korkuların sonucu olan gerilimlerden kurtulabilir. Eğer bir yetişkin bir çocukla sonucunda yenen ve yenilenin olduğu oyunlardan birini oynuyorsa, çocuk burada yenmeyi de yenilmeyi de öğrenmelidir. Çocuklara çok oyuncak almak duygusal doyumsuzluğa neden olacağı için zararlıdır. Önemli olan onlarla ortak etkinliklerde bulunmak, birlikte oynamak ve onlara zaman ayırmaktır. Her şeyden önemlisi çocuklarınızı ayrı birer kişi olarak görüp onların kişiliklerine, bağımsızlıklarına saygı duymaktır. Çocukları tanımada ve anlamada en büyük yardım aslında kitaplar değil, çocuğunuz ve sizlerin arasındaki o köprüdür. Yani; Etkili İletişim.
Çocuklarınıza korkuyu öğretmeyin:
Üzüntü, sevinç, kızgınlık ve korku herkeste zaman zaman değişik ölçülerde ortaya çıkan heyecan halleri. Anlaşılır nedenleri varsa ve kontrol edilebiliyorsa, son derece sağlıklı tepkiler bunlar. Ancak kolaylıkla insanın hayatını alt üst edebilen, normal dışı tepkiler haline gelebiliyorlar. Çocuklara ileri yaşlarda yaşadıkları korkuları anne baba yada yaşam öğretir. Sobanın sıcak olduğunu elleri yanan çocuklarda görüldüğü gibi, korkular genellikle deneyim sonucu öğreniliyorlar. Bu konuda anne babalara düşen görev,çocukları tehlikeden uzaklaştırmak amacıyla korkutmak yoluna başvurmamak. çocuklara anlayabilecekleri bir dille anlatılmalı tehlike. Çocuğa sevgi göstermek yeterli değil tek başına; anne babanın da birbirlerine sevgi ve saygıyla yaklaşmaları gerekir. Çünkü huzursuzluklar ve gerginlikler çocuğa yansır. Ayrıca önemsenmemek ve azarlanmakta korkuya neden olmaktadır. Güven duygusunun kaynağı anne sevgisi. Anne sevgisinin özelliği de; "Ne olursan, ne yaparsan yap, senin her zaman yanındayım ve sana yardımcı olacağım"dır. Bu karşı- lıksız, katıksız sevgi "Bunu yaparsan seni döverim." gibi koşullu biçim alırsa, çocuğun güven duygusu sarsılır hiç şüphesiz. Korku duygusunun çocuklarda daha yoğun olarak yaşandığını söylemek mümkün değil. Sadece çocuklar korkularını belli ediyorlar, belki de bunu saklamıyor, ağlayıp haykırıyorlar. Büyüklerse korkularını bastırabilseler de onları yok edemiyorlar ve korkular daha sonraları başka başka biçimlerde ifade buluyorlar. Anne ve babaların omuzlarına, sırtlarına aldığı çocuklarına düştü düşecekmiş gibi şakalar yapmaları çocuklarda yükseklik korkusu yaratabiliyor. Karanlıktan korkmasını önlemek için odasında ufak bir ışık yakmak, yatmadan önce bir masal okumak, şarkı dinletmek, sırtını kaşımak, yahut okşamak yararlı olacaktır. Çocukları karanlıktan korkan anne ve babaların uyuyana kadar çocuklarının yanlarında bulunmalarının korkuyu yatıştırıcı şekilde yararı vardır. Sinema, roman, ceza, sınav, terörün ve televizyonun çocuklarda korku duygularının yerleşmesinde ki payı büyük. Üzerinde birleşilen ortak görüş şu ki uzun süre saldırganlık ve vahşet filmlerinden olumsuz etkilenmeyen çocuk yoktur. Çocukları TV' nin ve videonun zararlarından korumak bilinçli bir özen gerektirir ki bu da ana babaya düşen bir sorumluluktur. Korkutucu olmayan bir sınav sisteminin uygulanması eğitimin başarısı olacaktır. İyi bir öğretmen sınavların onların yararına olduğunu anlatmalıdır öğrencilerine. Örneğin suçlu yakalar gibi "Çıkarın kağıtları, sınav yapacağım" demek yerine "Çalışın, yazılı yapacağım" demek sınav korkusuna bir engel oluşturabilir. Gece korkularının en büyük ilacı ilgidir. Her üç çocuktan biri ağlayarak uykusundan uyanıyor geceleri. Aileleri bu durumda paniklemek yerine, çocuklarını sakinleştirmeliler. Bu durumda iken annenin çocuğunun yanında yatıp onun sakinleşmesini beklemesi yerinde olacaktır. Çocuğa sıcak bir şeyler vermek, onunla konuşmak onun güven duygusunu artıracaktır. Bu durum uzun sürüyor ve çocuk yatışmakta çok zorluk çekiyor ya da hiç yatışmıyorsa, bir çocuk psikoloğunun kapısını çalmakta yarar vardır. Gariptir ama korkuların bir de yararı var. Korkular psikolojik sorunlar hakkında ipuçları da verebiliyor. Korku duygusu açısından yetişkinlerle büyükler arasında önemli farklar var. Büyüdükçe derinleşip kökleşiyor korkular. Bugün çoğu insan takıntılı düşünce illetine yakalanmış durumda. Bu takıntıların nedeni de çocuklukta bir yanlış yapıldığı zaman "Sakın bir daha bunu yaptığını görmeyeyim" uyarıları. O kadar çok doğru yapmaya zorlanıp koşullandırılıyor ki çocuk, küçücük bir yanlışta ya kendisini suçluyor ya da suçlanacağından korkuyor. Önce yetişkinlerin korkularından korkmamaları gerektiğini öğrenmeleri gerekiyor. Korkulardan kaçarak kurtuluna-madığı gibi, bu şekilde davranmakla onların üstesinden gelmek de mümkün olamıyor. Böyle bir davranışın yalnızca tek ve olumsuz bir sonucu oluyor; bu korkuların aynen çocuklara yansıtılması. Biz önce kendi korkularımızın üstesinden gelelim ki sonra çocuklarımıza bu konuda yardım edebilelim. Korkuya yenik düşen bir yetişkin çocuğa sevgisini geçirmekte zorlanabilir. Oysa korkan bir çocuğun en büyük ilacı güven duygusu, güven duygusunun gerçek kaynağı da anne sevgisidir. Sevginin olduğu yerde korkulara yer yoktur.
Çocuğa kurallara uymayı öğretmek
Çocuğa bireysel ve toplumsal kuralları, sağlıklı davranışları öğretmek sevgi, anlayış ve hoşgörü ortamında olumlu davranışların desteklenmesi, olumsuzların düzeltilmeye çalışılması ile olur. Çocuk yetiştirmede sevgi ve şefkat kadar sınır koymanın ve tutarlı davranmanın da çok önemli olduğu unutulmamalıdır. Konulan kurallar uygulanamıyorsa öncelikle bu kuralların çocuğun yaşına ve özelliklerine uygun olup olmadığı araştırılır. Anne babanın kurallar konusundaki birliktelikleri ve kararlılıkları da son derece önemlidir. Eğer anne ve baba kurallar konusunda uyumlu ve net iseler, sıra konulan kuralların çocuğa anlayacağı dilde öğretilmesi ve uygulanmasına gelir. Çocuklar çoğu kez kuralları bozarak sınırları kontrol ederler. Böylesi bir duruma aşırı hoşgörü ile yaklaşma çocuğun ciddiye almayacağı yetersiz cezalar verme ya da "Bir daha yaparsan kötü olur" diyerek sürekli geçiştirme çocuğun hatalı davranışlarını yinelemesine yol açar. Kuralların uygulanması aşamasında anne babanın yalvarır tarzda yaklaşımları (Ne olur, beni seviyorsan, yapma vb.) ya da (Uslu durursan, sana bir şey alırım) tarzındaki sözleri sık görülen hatalardır. Çabucak affederek hiçbir şey olmamış gibi davranmak çocuğa kuralların ge-reksizliğini düşündürtürken yeniden hata yapma hakkını da verir. Ceza verirken öncelikle davranışları çığırından çıkmadan çocuğun durdurulmasına çalışılmalıdır. Kararlı bir ses tonu ile yalın bir uyarı çoğu kez yeterli olabilir. En etkili ceza çocuğu sevdiği bir şeyden mahrum bırakmaktır. (Bisiklete binmek, TV seyretmek vb.) Aynı davranışın bir gün cezalandırılıp ertesi gün hoş görülmesi çocuğun kafasını karıştırır. Bu yüzden tutarlı davranmak da önemlidir. Ceza vermeden önce çocuğu dinle-mek, davranışlarının nedenlerini anlama-ya çalışmak gerekir. Sürekli olarak anne ve babaya karşı gelen bir çocukta anne baba ile ilişki ve duygulanım sorununu, düzene ve kurallara uymayan çocukta ise dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozuk-luğu gibi sorunların araştırılması önem-lidir.
Çocuğa düzen ve sorumluluk kazandırma:

Çocuğa odasını düzenli tutması yolunda sorumluluk aşılarken öncelikle çocuğun yaşına uygun yaklaşımlarda bulunmak gerekir. Küçük yaştaki çocuklarda anne - çocuk düzene yönelik bu tür işleri birlikte bir oyun gibi başlatabilirler, sonra anne çocuğun tek başına yapmasını teşvik eder ve başarısını ödüllendirir. Ödüllendirmenin mutlaka bir şeylerin alınması ile olması gerekmez; sıcak bir bakış, sarılma, övgü dolu sözler ya da beraber yapılacak bir etkinlik çocuğun olumlu davranışlarını pekiştirebilir. Ergenliğe yaklaştıkça çocuk artık odasına izinsiz girilmesi, özel eşyalarının yerlerinin değiştirilmesi gibi konularda hassaslaşır. Bu yaşlarda annelerin gencin "özelini" yaratma çabalarını dikkate almaları, sürekli eleştirmek yerine, ona da karar hakkı bırakan önerilerde bulunmaları uygundur. (Örneğin; "Eşyalarını dolabına yerleştirirsen, daha iyi olmaz mı, ne dersin?") Temelinde sevgi ve anlayış olduğu sürece her yaş döneminde bu tür etkileşim sorunlarının daha hızlı ve rahat çözümlenebileceği unutulmamalıdır. Karşılaştırmalar yapmak (Örneğin; "Ablan ne kadar düzenli. Sen hiç ona benzemiyorsun") ve sürekli uyarılarda bulunmak çoğu kez çocukta inatlaşmaya yol açıp yılgınlık ve kızgınlık duyguları uyandırabilir. Tekrar tekrar söylenen sözler ve yapılan eleştiriler (Örneğin; "Çok dağınık bir çocuksun" gibi doğrudan ya da "Kızım düzenli olmayı beceremez" gibi dolaylı ifadeler) benzetmeler (teyzesine çekmiş; onun gibi tembel vb.) çocuğun bu rolü benimsemesine yol açabilir ve değişme çabasını engelleyebilir. Bu nedenle anne ve babanın birbirleri ya da yakınları ile konuşmalarında konuyu çocuğun dağınıklılığına getirmemeleri önerilir.
 
 
Ailenin Mutluluğu Çocuğa Psikolojik Güven Verir
Çocukların yanında tartışma yapılmamalıdır. Anlaşmazlıklar olursa onlardan uzakta çözmeye çalışılmalıdır. Çatlak topraklarda susuz kalmış ağacın yemişi ne ise, geçimsiz ailenin çocuğu da o duruma düşer. Çocukla-rımız, kardeşi ya da aileden biriyle anlaşmazlığa düşer, tartışmaya girer, kavga yapabilir. Bu durumlarda taraf (ya da hakem) olunmamalıdır. Konu iki kişi arasında sonuçlanmalıdır. Aileden biri çocuğa sert davranırken diğeri yumuşak davranmaya yeltenirse çocuğun kişiliği dengeli gelişemez. Çift yönlü davranış çocuğu yalan-cılığa ve ikiyüzlülüğe iter. Kendine güvenini azaltır ve başarısını düşürür.
Arkadaşlık - İstenmeyen Arkadaşlar
Çocuklarımızın; okul ya da komşulardan edindiği, kız ve erkek arkadaşlarına saygı gösterilmelidir. Değilse bizlerden gizli olarak, dilemediğimiz kimselerle ve dilemediğimiz yerlerde, hoş göremeyeceğimiz arkadaşlık biçimleri geliştirirler. Her anne-baba, çocuğunu arkadaşlarıyla birlikte kabul etmeye hazır olmalıdır. Çocu-kların yeni yeni arkadaşlar edinmesine olanak verilmelidir. Çocukları için mutlu ve sevimli arkadaşlık orta-mları yaratmalıdırlar. Kız-erkek arkadaşlıklarında çocuklarına güvenmeli ve onları gizli arkadaşlığa itmemelidirler. Çocuğun yeni arkadaşlar edinmesi,ona yeni ufuklar açar. "Harman yel ile savrulur, çocuk arkadaş ile ka-vrulur." diye bir söz vardır. Arkadaşı olmayan çocuk, çiğ kalır, olgunlaşamaz.
 
Çocuğunuzu Tanıyor musunuz?

Ergenlik hızlı büyüme ve gelişmenin olduğu kız-erkek cinsel özelliklerinin belirdiği ilk gençlik dönemini kapsar. Ergenlik dönemi kızlarda 11-12 yaşlarında başlar. Erkeklerde ise biraz daha geç başlayabilir. Ergenliğin bitişi ise her toplumda, her kültürde farklı olur.
Ergenlik İnsanın içinde fırtınaların koptuğu, sosyal, psikolojik, fiziksel değişimlerin bir arada yaşandığı gelecekteki yaşantıda belirleyici olan bir dönem ergenlik. Gençlerin bu dönemi daha sağlıklı geçirmelerini sağlamak ve onlara yardımcı olabilmek için ilk önce onların ergenlikte ne gibi değişimler yaşadığını, neler hissettiklerini bilmek çok önemli. Genç hem bedensel hem de ruhsal yönden hızlı bir değişim içindedir. Bedensel görünüm sonucu kızlar kadınsı, erkekler erkeksi görünüme girerler. Çocukta yeni bir tip meydana gelmektedir. Ancak çocuktaki bu durum onda hayal kırıklığına neden olabilir. Bedensel değişimin artması çocuklarda bir takım fizyolojik rahatsızlıklara neden olabilir (bel ağrıları, bacak ağrıları...) Ayrıca cinsiyet özellik-lerini erken kazanmak kızlarda ve erkeklerde kaygı durumlarını oluşturabilmektedir. İşte ergenlerdeki bu fizyolojik değişimler davranışlara yansımaktadır.
 
SAAT KAÇ?
 
KOMİK BİLMECELER
 
ÖĞRETMENLER BURAYA
 
YAZIYOR YAZIYOR!!!
 
İSMİNİZ NE ANLAMA GELİYOR
 
İsim Sözlüğü

 
EMRAH TOSUNOĞLU Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol